4 Ekim 2008 Cumartesi

...


Düşlerime kattığım bir gerçektin sen; hayallerimi renklendirirdin. Yine de uzun zaman masallardan payıma düşen bir nazeninden başka şey değildin.

Kimse biriktirmedi gözyaşlarını ikimizden başka; kimse âşık değildi kaldırım kıyılarında can çekişen güz yapraklarına ve kimse bitimsiz görünen deryanın ardındaki denizkızı adalarına inanmıyordu. Sadece biz, yüreklerinde buzdan oyulmuş kısraklar taşıyan ve o kısrakların beynimizde çınlayan kişnemelerinde gizli anlamlar arayan iki sergüzeşt olarak, iki Simurg Kuşu olarak, iki masal çocuğu olarak (ki, 'bir varmış, bir yokmuş' doyuruyorlardı bizi yoksul hanelerimizde, yıldızlar düşerken yağmurun eteklerine takılıp) inanıyorduk başkalarının burun kıvırdığına. Seni ilk gördüğümde ışıklarla oynayan bir kuğu gibiydin.
Yağmur suyunun yoldaki akaryakıt artıklarıyla el ele vererek oluşturduğu renkler paletinin kıyısına diz çökmüştün. Gözlerinde ıssızlık olan gencecik bir kızdın. Suya bakıyordun. O renklerin sulara yeşil gözlerinden yansıdığı sanrısına kapılmıştım. İçinde volkanlar patlayan bir gençtim ben de o zamanlar; senden fazla büyük değildim. Bej renkli, fırfırlı eteğinden sıyrılıp bükülerek yere konmuş, çamurlanmış beyaz dizlerin birer kara delik gibi çekti beni. Kıyına sürüklendim. Gözlerini çevirdiğinde yalnızlığım mı çekti beni sana, bilmem ama gülümsedin. Belki de ilk günden bizi birbirimize doğru iten gizemli birer el vardı. Sen eksik yanını bekleyen bir genç kız, ben eksik yanını arayan bir delikanlı... Dertlerimize umar olmak gayesinden de öte, birbirimizi tamamladık.
Biliyorum, bir gölge gibi girdim hayatına, gittiğin her yerde izledim seni, uzaktan uzağa sevdim. Düşlerime kattığım bir gerçektin sen; hayallerimi renklendirirdin. Yine de uzun zaman masallardan payıma düşen bir nazeninden başka şey değildin. Sonra hayatıma girdin, yaşamı güzelledin. Nasıl desem, ah Biricik, her şeyimdin: oyuncağım, sahibim, masalım, düşüm, gerçeğim... Sana duyduğum sevdayı keski belleyip benliğimi biçimledin. Bir gün kendime baktığımda seni gördüm; değişime uğramıştım, sana dönüşmüştüm. Ve gariptir genç yüreğimdeki öfkelerin (hani, yoklukla beslenen ve gün be gün insanı biraz daha isyankâr yapan öfkelerin) büyük bölümünün törpülenmiş olmasına da seviniyordum; çünkü daha katıksız sevebiliyordum seni yüreğin dinginliğinde.
Kimse bizim kadar 'iki' olamazdı; iç içeydik. Seni benden koparsalar 'hiç' kalırdı; ben senden asla kopamazdım. Zaten yıllar sonra bizden başka şey de kalmadı. Sadece 'biz' vardık. Kâinatın aşılmaz duvarları ardındaki gerçekler kadardık. Hiçtik. En çok birbirimiz olduğumuz an birbirimizi yitireceğimizi ne bilirdik? Sen bende yitirdin seni; ben öylesine sendim ki artık 'ben' değildim. Ve birbirimizi, kendimizi sever gibi sevecek kadar küçülemezdik.
Gittin. Göremediğim kanatlar takındın nazenin bedenine. Hercailere özgü gülücükler ürettin. Daha da gençleştin. Yeni bir sevgili edindin kendine; alev kanatlı Azrail'i seçtin.
Ah, biliyorum, uzaklıklar yaraştı bize!
Aşk ile ne güzel yandık!
Ne harika küller kaldı bizden geriye!
Ne harika... küller kaldı... bizden geriye.

Hiç yorum yok: